Hem kamu kuruluşlarında hem de özel sektörde uzun yıllar çalışmalar yapmış olan ve enerji piyasalarını yakından tanıyan İnşaat Yüksek Mühendisi Gürsel Kızıloğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Rüzgar enerjisi sektörü başta olmak üzere enerji piyasalarının işleyişi ve mevcut durumu hakkında değerlendirmelerde bulunan Gürsel Bey, bizzat içinde olduğu projeler hakkında da bilgiler sundu bizlere.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1980’lerde elektrik geldiğinde, köy girişinde trafo direği dibinde temsilen gaz lambalarının kırıldığı seramonilerden
hatırladığımız Köy Elektirifikasyonu hamlesinde Doğu Anadolu köylerinin elektrik ile tanışması süreçlerinde uzun yıllar hizmet vermiş bir babanın evladı olarak 2000’li yıllar geldiğinde, bir bakıma elektrik iletim ve dağıtımı konusunda bayrağı devralan bir mühendisim.
Çocukluk yıllarından aşina olduğum babamın çok seyahat ediyor olmasından da etkilenmiş olsam gerek 1998 yılında göreve başladığım TEİAŞ Erzurum Bölge Müdürlüğünde arazi çalışmalarını severek yapmaya başladım.
2003 yılında TEİAŞ’ta yaşanan yapısal değişimler sonucunda Doğu Anadolu ve Kuzey Karadeniz bölgesini içine alan geniş bir alanda Enerji İletim Hatları Tesis Kontrol Başmühendisi olarak, Çoruh Havzası barajlarının ürettiği enerjiyi ulusal iletim sistemine aktaracak olan Enerji İletim Hatları başta olmak üzere pek çok projede sahada bulundum.
Dönemi itibariyle Türkiye’nin önde gelen hatlarının tesisi sırasında kamulaştırma süreçlerini de görme fırsatı buldum.
2007 yılında TEİAŞ Genel Müdürlüğü’nde Enerji İletim Hatları etüt-proje faaliyetlerinin yürütüldüğü proje dairesine tayin olarak bu defa işin mutfağını tecrübe etme imkânı buldum.
Yenilenebilir enerji kaynakları ve özellikle rüzgar santrallerinin yoğun olarak hayata geçirildiği bu dönemlerde memleketin her coğrafyasında proje yapma fırsatını yaşadım.
2011 yılı içinde kısa bir süreliğine TEİAŞ Adapazarı Bölge Müdür Yardımcılığı ve sonrasında 3 yıl kadar bir süre ile Enerji İletim Hatları İhale Müdürlüğü görevinde bulundum. Bağlantı Anlaşmaları ile oldukça içil dışlı olduğumuz bu dönemde mahsuplaşma çalışmalarında da bulundum.
2013-2015 yılları arasında da TEİAŞ Coğrafi Bilgi Sistemleri Şube Müdürlüğü yaptığım dönemdeki çalışmalarımızla TEİAŞ İletim Sisteminin bugünkü anlamda CBS’si olan çalışmaların temellerini attık. Ve tüm ülke genelinde enerji iletim hattı ve trafo merkezlerinin konum bilgilerini oluşturduk.
İlk zamanlardan beri aklımın bir kenarında olan özel sektörde çalışma isteği 2015 yılında TEİAŞ’tan istifa ederek sektörün önde gelen firmalarından EMTA Enerji’de Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışma fırsatını bana sağladı.
Yaklaşık 4 yıl sürecek olan bu dönemde, yer altı kablolarından GIS trafo merkezlerine, rüzgar santrallerinden çimento ve demir çelik fabrikalarına kadar pek çok alanda önemli projeleri yönetme imkanım oldu.
2019 yılı Temmuz ayında ise EMTA Enerji’den ayrıldığımda rüzgar santralleri konusundaki serüvenim başlamıştı ve ilk olarak 120 MW Evrencik Rüzgar Santrali tesis çalışmalarını Genel Müdür olarak yönetmek üzere yatırımcı bünyesinde göreve başlamıştım. 2020 Ekim ayında ilk türbini ile YEKDEM’e dahil olma hedefini sağlayan bu projeden ayrılarak bu defe 200 MW İstanbul RES projesinde Genel Müdür olarak göreve başladım.
2020 yılı sonuna kadar yalnızca 2 ay kaldığı bir dönemde çok kısa bir sürede İstanbul RES Projesi’de ilk türbin devreye alınarak YEKDEM’e dahil olunmuş ve önemli bir başarı sağlamıştır.
Rüzgar enerjisi yatırım ve tesis süreçleri açısından fırsatları ve zorlukları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkemizde enerjide dışa bağımlılığın azaltılması adına oldukça önemli bir yere sahip olan rüzgar santralleri doğu bölgeleri dahil hemen her bölgeye kurulmaya devam etmektedir. Bu gelişmeler ülkemiz adına oldukça memnuniyetle karşıladığım konuların başında gelmektedir. Ne var ki hem proje geliştirme ve hayata geçirme süreçleri hem de ana maliyeti oluşturan türbin tedarikinin uzun süre dışa bağımlı olarak gerçekleştirilmesi görünmeyen bir dış borç nedeni olmuştur. Son yıllarda kule, kanat vb. önemli aksamlarının yurt içinde imal edilmesi bu bakımdan olumlu yönde önemli bir kırılma sağlamıştır. Tamamen yerli üretimin sağlanmasını değerli buluyorum.
Diğer taraftan 2002-2003 yıllarından itibaren ivme kazanan rüzgar santrallerinin proje geliştirme süreçlerinde de önemli aksamlar yaşandığını ifade edebiliriz. Özellikle rüzgar ölçümleri yapılması sonrasında izin ve lisanslama süreçlerinin yürütülmesi sırasında ilgili kurumlardan olumlu görüş alamayan pek çok proje yer değişikliği yaşamış, kapasite artışı yapamamıştır. Bunu yanı sıra özellikle proje geliştirme ve izin süreçleri yönetimi bakımından kurumsal olmayan nitelikteki danışmanlık sektörünün de bu bakımdan sınıfta kaldığını ifade edebiliriz. İşini ciddiyetle ele alan ve hakkıyla proje geliştirip yöneten danışman firmaları müstesna tabii.
Bir diğer önemli konu da belki siyasi konjonktür nedeniyle belki çevresel hassasiyet ile belki her ikisi birlikte olarak pek çok bölgede rüzgar santrallerinin yapımına karşı çıkan çevreci(!) yaklaşımlar projelerin aksama nedeni olmuştur. Bunun önemli bir nedenini de doğa ve çevre koşullarını önceliğe almadan planlanan rüzgar santrallerindeki başarısız çevre yönetimleri olmuştur. Projelerin kurgulanması sırasında topoğrafyanın çok iyi irdelenmesi, türbin lokasyonlarının doğru yaklaşımlarla belirlenmesi, ulaşım yolları ve enerji nakil yer altı kablo güzergahlarının optimize edilmesi ve tabii ki yüksek gerilim enerji iletim hatlarının çevreci hassasiyetleri gözeterek projelendirilmesi bu konudaki karşı duruşları izale edeceği düşüncesindeyim. Tabii bu durumların vatandaş nezdinde de doğru, açık ve net olarak anlatılması da önemli.
Gerek TEİAŞ döneminde iletim hattı çalışmaları yaptığım projelerde gerekse tesis çalışmalarını gerçekleştirdiğim dönemde proje çevresindeki vatandaşlar ile hep iletişim halinde olmaya, onları empati yolu ile anlamaya ve de projenin ülkemize sağlayacağı katma değerleri doğru olarak ifade etmeye çalıştım. İdari kurumlardan mahalle muhtarlarına ve vatandaşlara kadar her düzeyde bu hususlara dikkat edilmeli diye düşünüyorum. Özellikle doğa harikası orman alanlarında tesis edilecek rüzgar projelerinde bu yaklaşım çok önemlidir.
Bu başlıkta son olarak rüzgar santrali yatırımcılarının da kurumsal profillerinin proje başarılarında oldukça önemli olduğunu belirtmek isterim. Projeyi bir yatırımdan ziyade ülke kalkınmasına sağladığı katma değerle ele almayı, uzman nitelikte proje geliştirme ve yönetme ekipleri ile çalışmayı, uzun yıllar hizmet verecek santrallerin alt yapı yatırımlarında kaliteden ödün vermemeyi başarmamız gerekiyor.
Tamamladığınız ve süreçleri devam eden projeler hakkında bilgi alabilir miyiz?
Tecrübe ve uzmanlık bakımından enerji iletim hatları konusunda pek çok projeyi gerçekleştirmenin mutluluğu bir yana hem kamu süreçleri hem saha tecrübeleri açısından baktığımızda rüzgar santrali projelerini, pek çok mühendislik disiplinini barındırdığından değerli görüyorum.
Ülkemizin hemen hemen her köşesinde bir enerji iletim hattı veya trafo merkezi projesinde imzanızın olması gibi kendinizi değerli hissettiren bir duyguyu yaşamayı tüm mühendis meslektaşlarım için temenni ederim.
Rüzgar santrali yatırım süreçlerini yönetmeyi ve hedefine ulaştırmayı bu açıdan tatminkâr bir meslek seviyesi olarak
görüyorum. Zira aynı yıl içinde 120 MW ve 200 MW gibi tek lisansa dayalı en büyük projelerden olan iki ayrı projeyi hedefine ulaştırma başarısı yönetimi kadar ekibinin de yoğun emek harcadığı bir performanstır.
Bu aşamadan sonra kamuda çalışmış ve sonrasında özel sektörde çalışmalarını devam ettiren, bunun yanı sıra bir inşaat mühendisi olarak bu denli büyük projelere katkı sağlayan biri olarak genç mühendislere de ilham kaynağı olmayı ümit ederim.
Türkiye rüzgâr enerjisi sektörünün gelişimini ve geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa ve Türkiye açısından rüzgar enerjisi yatırımlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Ülkemiz açısından yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmasının orta ve uzun vadeli katma değeri oldukça açık.
İlk yıllarda Ege ve Akdeniz bölgelerinde kurulduğuna şahit olduğumuz rüzgar santrallerinin teknolojik gelişmeler
sayesinde artık Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde de kuruluyor olduğunu görmek gelecek adına mutluluk verici.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde offshore (deniz üstü – kıyı şeridi) rüzgar santralleri de önemli bir alan oluşturabilir. Ancak Ege Denizi’nde geçmişten gelen komşuluk ve karasuları sorunu bu bölgeyi kullanılamaz kılıyor. Diğer deniz kıyılarımız ve özellikle Marmara Denizi’nin güney kıyıları, Saros Körfezi ve Karadeniz’in Trakya kıyıları bu konuda uygun deniz topoğrafyalarına sahiptir.
2000’li yıllarında başında çalışmakta olduğum Doğu Anadolu Bölgesi’nde rüzgar ölçümü yapmak üzere yatırımcı
bulamadığımız günleri hatırlayınca bugünlerde bu bölgelerde RES yatırımlarının başlamış olmasını da gelecek adına çok değerli görüyorum.
Yatırımları devam eden RES projelerinin başlarda tamamen yurt dışından tedarik edildiğini, şimdilerde üretiminin büyük oranda yerlileştiğini belirtmiştik. Her alanda olduğu gibi Rüzgar Santrallerinde de AR-GE çalışmaları büyük bir öneme sahiptir. Ege bölgemizde oldukça eski dönemlerden beri yel değirmenleri kullanılıyor olmasına rağmen bunun enerji üretiminde bir fikre dönüşmesi ve geliştirilmesi Avrupa’da olmuştur. Zaman içinde verimleri, kapasiteleri ve dinamik aksamları üzerindeki gelişme süreçleri sayesinde işe öncülük eden üretici firmalara ve tabi ülkelere büyük bir know-how sağlamıştır.
Türkiye’de rüzgar santralleri kurulmaya başlanıldığı 15 yıl öncesine gidildiğinde çoğu türbinin 1 MW, 1,5 MW ve en fazla 2 MW olarak kurulmasına karşılık bugün 4,8 ve 5,5 MW güçlerinde türbinler ile santraller kurulmaktadır. Sektör haberlerinde ve üretici bilgilendirmelerinde 10 MW türbinlerin üretim test aşamalarında olduğunu da öğreniyoruz.
Şu halde, ülkemizde daha uzun süre yatırımları devam edecek gibi görünen rüzgar santrallerinde hem işletme hem de yenileme açısından baktığımızda ileride yüksek maliyetler ödenecek gibi görünüyor. Oysa bir an evvel tüm aksamları ile yerli üretim türbinlerin de pazara girmesinin sağlanmasını da gelecek adına önemli buluyorum. Bu konuda Türk imalat sanayiinde ciddi çalışmalar yapan ve bir ölçüde türbin üretimini gerçekleştiren firmaların varlığı da biliniyor. Umarım yakın zamanda tamamen yerli üretim gerçekleştiren kurumları da görürüz.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Enerji üretimi ve insanlığın kullanımına sunulmasını; hayatının merkezinde bir olgu olduğu düşüncesiyle, girdileri
bakımından dışa bağımlılığı azaltacak her türlü hamlenin desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerektiğine inananlardanım. Kaliteli enerji arzı ile yaşamların kalitesine katkı sağlanırken, ülke ekonomisini ve enerji maliyetlerini de gözden ırak tutmamalıyız.